17 Kasım 2013 Pazar

Yazar OOR Turkey | Kategori : , , , , , , , , ,

Sanırım ben deliyim!


Bu yazıyı okumaya başlamadan önce ilk bilmeniz gereken şey bu olmalı.

Konsere gitmeye karar vermemden konser saatine kadar başıma gelmeyen aksilik kalmadı herhalde. Hava alanında uçak saatini beklerken düşündüğüm şey buydu, “Aklımı kaçırmış olmalıyım…” 

Konser sırasına elimde olsa geceden bile girerdim. Mutlaka en önde olmalıydım. Ama daha hava alanında başlayan aksilikler (Daha sonra anlatacağım. Hep Toru yüzünden) bunda da kendini gösterdi. Teyzem benimle gelecekti ve yeğenimi bırakacak kimseyi bulamadı. Eniştemin işten çıkışını beklemek zorunda kaldık. Teyzem beklerken bana oturdukları yeri, Denhaag’ı gezdirmeyi teklif etti. Rui-san belki Denhaag’a fotoğraf çekmeye gelir diye içimden geçirdim. Belki de yemek yemeye gelirlerdi? Teyzem ne yemek istediğimi sorup ordaki bir Çin sokağını önerdi. Orda tüm Asya mutfağı varmış. Tabi ki seçimim orası oldu. Ama bende şans nerde… Kör talihim, kimseyle karşılaşmadım. Bu arada son anda konsere gelmesi iptal olan :( Nurdan’ın arkadaşı Ayşe aradı ve alana gittiğini söyledi. Ben 5’ten sonra gelebileceğimi söyleyince sıra varmış orda dedi. Bunu duyunca çok üzüldüm. Bu adamları arkadan izleyemezdim. Çünkü buraya gelme amacım vardı. Hediyeleri vermeli, Türk OORerları onlara göstermeliydim. En önemlisi, Toru’nun gitarıyla sevişmesini, Taka’nın mikrofonla dansını, Ryota’nın gitarıyla insanlara kur yapmasını ve Tomoya’nın baterisinin başında kendini müziğin içinde kaybetmesini, bagetlerini fırlatmasını görmem gerekiyordu. 


Asıl görmem gerekenler bunlar değilmiş aslında. Anlatacağım. OOR’ın bana nasıl ters köşe yaptığını anlatacağım.



Sonunda eniştem geldi, sıkışık trafik sorununa rağmen eve döndük ve yola çıktık. En hızlı tren olur diye ona bindik, 1 saat sürüyordu yol trenle. 17:30 gibi trene bindik. Gelen anonsla tüm hayallerim yıkıldı, fırtına yüzünden yollardan biri kapanmış!! Bende tek kaş atmaya başladı. Ayşe tekrar aradı, çok kalabalıklaştı, nerdesin, diye. Ben sinirle, konseri dış kapıdan izlerim artık diye yaptığım geyik gerçek olacak bu gidişle diyordum. 
Neyse ki Ayşe öğlen gitmiş, sıranın ortalarındaydı. Onunla buluştum, çok tatlı bir kızdı. Sonra Japon bir kızla tanıştım, çok sevimliydi. Konser alanına onunla gittik. Sıranın, girişin fotoğraflarını çektim. Yoldan geçen insanlar kalabalığın ne için olduğunu soruyordu. Japon rock grubunun konseri var, ONE OK ROCK! diyorduk.


Bir kız büyük bir kartona bizimkilerin kırmızı göze benzeyen amblemini çizmişti. Suluboyayla yapmış, harika bir çalışmaydı. Arkasına gruba mesaj yazıyordu herkes. Konser sonrası ONE OK ROCK’a vereceklermiş. Kartonda yer kalmamıştı geç kaldığım için. Acilen bir şey yazmalıydım ve aklıma gelen ilk şeyi yazdım kötü İngilizcemle, “Türkler sizi Türkiye İstanbul’a bekliyor”. Konserin sonunda bu çalışmayı Ryota'nın elinde gördüm, elinde tuttu ve eğilerek bize teşekkür etti.
Sonrasında kapılar açıldı sonunda ve donmak üzere olan hepimiz içeri girdik.



Girişte ONE OK ROCK satış standı vardı; tişört, albümler, polar, bileklik, poster, konser DVD’si satılıyor. Jinsei*Kimi DVD’si ve 2 bileklik alabildim. İnsanlar standa bakınırken ve benim de param bitmişken konser yerine girdim. Baktım az kişi var hemen yardırdım :) 6. sıralarda falandım, sahne çok net görünüyordu. Sahnenin ortasına doğru, biraz Ryota tarafındaydım. Toru tarafına geçmeyi de düşündüm ama orası çok kalabalıktı. Hemen bateriye baktım ve AŞAĞIDAYDI!! :&!@>< Azıcık (!) kızdım. Neyse, belki konser sırasında görünür dedim. Yanımda Japon Miki ile sohbet ediyoruz. Bu arada elimdeki pankartı görenler şaşırıyor. Ben de, bu konsere Türkiye’den onlar için geldim, diye herkese anlatıyorum ve hepsi bana deliymişim gibi bakıyor. Çok şaşırdılar. “Muhteşem, bu pankartı onlara göstermelisin” dediler.

Ve sonunda…


Sahne karardı, çalışanlar gitarları denemeye başladı. Kalbim deli gibi atıyor. Biliyordum, o karanlığın arkasında gitarları deneyenler sadece görevlilerdi ama gene de çok heyecanlandım. Hala burda olduğuma inanamıyordum. Hala sanki evde bilgisayarın başında konser izliyor gibiydim. Gitarlar sustu, ışıklar yanıp sönmeye başladı. Birden sahneye Tomoya geldi, bize el salladı. Ryota, Toru ve en son Taka çıktı, yerlerini aldılar. Ve işte o muhteşem an başladı! 


Devam etmeden önce bilmeniz gereken bir şey var. Ben o bilinen anlamıyla bir fangirl değilim. Grup üyelerini beğenirim, ama şöyle anlatayım. Beni heyecanlandıran, etkileyen dış görünüşleri değildi. Müziklerinden aldığım heyecan ve keyifti. Onları inanılmaz bulurdum, ama bir erkek olarak değil. Onlara HİÇ erkek gözüyle bakmamıştım konserden önce. Yeteneklerini, müziklerini beğendiğim müzisyenlerdi. Neden böyle bir açıklama yapma ihtiyacı hissettiğimi birazdan anlayacaksınız.



Sahneye çıktılar. Taka mikrofonu eline aldı. Hemen önümde. Yüzünü görüyorum, gözlerini, saçlarının arasından bakışlarını görüyorum; kirpiklerini, dişlerini, benlerini... Taka önümde ve onu inceliyorum. Kameralarda göremediğimiz her bir ayrıntıyı yakalamak için bakıyorum. Adam tam karşımda, diyorum ki kendime “Nerde olduğunun farkında mısın? Adamların konserindesin! Farkında mısın, sürekli canlı izlemek istediğin insanların konserindesin, sahnede tam önündeler!”

Taka’nın gözlerini görüyorum, mikrofonu dudağına dayamış, insanlara bakıyor, şarkısını söylüyor. Taka’ya bakıyorum ve düşünebildiğim tek şey, “SEN NE KADAR GÜZEL BİR İNSANSIN YA!” Öyle güzel biri ki! İnsanların gözlerinin içine bakıyor, diyorum ki, “Ben de burdayım! Bana da bak!” Saçlarının arasından o deli bakışlarını gördükçe “Öldürün beni” diye bağırasım geliyor. 



Taka çok güzeldi. Taka hakikaten çok güzeldi. Taka şarkı söylemiyor. İnanın ki Taka’nın yaptığı şey şarkı söylemek değil. Şarkı, MÜZİK, O ZATEN. Nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Toplam 15 şarkı söylediler. Her şarkıda, hepsinde farklı bir duygu verdi. Öyle hissediyor, şarkıyı öyle yaşıyor ki, her sözde yüz ifadesi, verdiği duygu değişiyor. Taka’da çok şey hissettim, o kadar duyguyu o vücutta nasıl taşıyabiliyor?? Çok yoğundu. Sahneye gülümseyerek çıktı. Ama mikrofonu eline aldığından itibaren bakışları değişti, bambaşka birine dönüştü. Taka’nın yaptığı şey kesinlikle şarkı söylemek değil. Ağzıyla evet şarkı söylüyor, ama dalgalı saçlarının arasından insanı delip geçen gözleri de farklı şeyler anlatıyor. O adam enerjisini seyirciden alıyor. Hep seyirciye baktı, sahnede yaptığı herşeyi seyirciye göre şekillendiriyor, onların tepkisini ölçüyor belki de. Mikrofonunu sallaması, zıplaması, hep şov amaçlı yaptığını düşünürdüm. Ama DEĞİL. Sahnede yaptığı hiçbirşeyi önceden düşünmüş gibi değil, tüm grup üyeleri öyle. O anda, doğaçlama yapıyorlar. Hep seyirciyle iletişim halindeler ve şimdi zıplamalıyım, saçımı sallamalıyım falan, bunların hiçbirini düşünmüyorlar kesinlikle! O anda ne hissediyorlarsa öyle davranıyorlar, tamamen doğaçlama. Taka, o hobbit dedikleri adam, şarkısını söyledikçe büyüdü. O adam sahnede kocaman oldu. Sahne öncesi ve sonrası derler bilirsiniz. O adamlar sahnede başka bir şey oluyor. Hepsi melek gibi, hiçbirinden gözünüzü alamazsınız! Belki size tuhaf gelecek ama sahnede hepsi büyüdü, büyüdü... Hepsinin sırtından melek kanatları çıktığını gördüm. Allah’ım dedim, ben öldüm mü?

Beni çok fena ters köşeye yatırdılar. Bu kadar beklemiyordum. Bu kadarını beklemiyordum.


Bilmiyorum ne kadar anlatabiliyorum, ifade edemiyorum, biliyorum. Daha önce de sevdiğim sanatçıların konserlerini izledim, ama bu çok farklıydı. Anlatmak çok zor, yaşamak, görmek lazımmış bazı şeyleri demek ki. 

Dedim ki, keşke şu an herkes yanımda olsa, benim bu görüp hissettiklerimi hepsi görse, keşke tüm sevenler burda olsa, hissetse dedim.



Bakıyorum ama hani göz kırpma anları olur ya, o saliselik anları bile kaçırmak istemedim. Hangi birine bakacağımı şaşırdım. Gözlerim bukalemun gibi oldu. Hepsini tek tek incelemem gerekiyor diyorum, bir daha göremeyebilirim, diyorum kendime.


Deeper Deeper çalıyor, ilk Tomoya’ya baktım zaten. Şarkı girdi ama bir tek zilleri görüyorum, Tomoya yok. Sonra bir yer tutturdum, çok net görüyorum. Yüzünü görüyorum; çalarken nefretini hissettim birden. Sanki davul çalmıyor, birşeylerin sitemini insanlara gösteriyor, sözle söylemiyor ama hareketleriyle, davulla; dedim bu çocuk bir şey anlatıyor şu anda. Normalde fotoğraflara bakıp, eşek sıpaları, sevimliler, diye severiz ya hani. Sevimli diye sevemezsin bu adamları! Tomoya’ya bakıp, çocuk ya, diye seviyorsun. Evet, bagetleri bıraktığında çocuk, sevimlilikten buharlaşacak nerdeyse. Ama bageti eline aldığında içinden o çocuk çıkıyor. Olgun, karizma, seksi bir erkek giriyor içine. Tam bir erkek. Çok ciddileşiyor. Gözünü alamıyorsun. Onu bir kere izlemeye başladığında etraf kararıyor, sadece Tomoya kalıyor, geri kalan herşey karanlık. Her notaya, her vuruşuna, zil çalışına farklı bir anlam yüklüyor. Yüz ifadeleri değişiyor, kaşları çatılıyor, ağzını açıyor, mırıldanıyor; evet, şarkısını söylüyor ama o şarkının altında başka birşeyler var. Sanki acı çekiyor. Acısını, sinirini, nefretini, mutluluğunu her vuruşunda yaşıyor, size gösteriyor. O, duygularını çok uçlarda yaşıyor. O, çalarken hissettiği gibi, müzikle bütünleşiyor, duygularını sonuna kadar yaşıyor. Bir grubun bateristi değil o anda. O, OOR müziğinin içinde. İnsan olmuyor, başka birşeye dönüşüyor. OOR’ı OOR yapan şey Tomoya diyorsun.



“Muhteşem Ryota”. Ryota ilk geldi, “Cool adam” dedim. Onun tarafında olduğum için Ryota’yı çok net görüyordum ve abartmıyorum bir 5-6 dk sadece dövmelerine bakmışımdır. Vücudu, dövmeleri, saçları muhteşem. Zayıf ama hakkaten güzel bir vücudu var. Yeni dövmelerini inceledim. Sol ve sağ yanlarında yatık üçgen şeklinde, sağ yanında 5 üçgen, 1. ve 5. üçgenin içi dolu diğerleri boş. Sol yanında 4 tane aynısından, gene 1 ve 4’ün içi dolu, diğerleri boş. Çok merak ediyorum, niye böyle basit basit şekiller seçiyor, anlamı ne o dövmelerin? 

Ryota muhteşemdi. Basın tellerine vuruyor, onu inceliyorum, parmaklarını görüyorum. O gitar çalmıyor, gitarını okşuyor; gitarını bildiğin seviyor. Notaya bastıkça bakışları değişiyor, insanlara bakıyor ama Taka’da hissettiğim o nefreti onda da hissettim. Çok belirgin. Her notada bakışları değişiyor, gitarın sapını kavraması bile değişiyor şarkılarda. Değişiyor. Gitarıyla kur yaptıkça, sen nasıl bir adamsın, diyordum. İnanılmaz çekiciydi. Ryota gülümseyince çok sevimli, biliyorsunuz. Ama çok karizma duruyor, onun yanına yaklaşabilmek yürek ister sanki. İlk şarkıdaydı. Ryota’ya işaretle gözlerim seni görüyor yaptım, beni gördüğünü hissettim. Ama bir hışımla saçlarını savurarak döndü. Neye uğradığımı şaşırdım. “Terbiyesize bak xD” dedim. İlk şarkı olduğu için yaptı belki de, ısınma turu gibi. Herhalde kimseye pas vermiyor diye düşündüm. Ama kamerayla yakalamışım, bir kızı işaret edip gülümsüyor. Çok karizma, ama çok deli bir adam Ryota. Gözlerinde o deliliği görüyorsun. Gitarını eline aldığında sanki öyle büyük bir güce sahip ki, kılıcı elinde bir samuray gibi, onun karşısına geçmek büyük cesaret ister. Ondan daha az profesyonel birinin onun karşısında gitar çalabileceğini hayal edemiyorum mesela. Gerer insanı, yürek ister.



Toru beni en çok şaşırtanlardan biriydi. Gitarıyla bütünleşen daha önce çok az gitarist gördüm. Karşımda gitar çalan bir adam yoktu, müzik yapan nota çıkaran bir adam yoktu. Ben onun her zaman gitarıyla seviştiğini düşünürdüm. Ama hayır, o adam gitarıyla sevişmiyordu. O adam gitar çalarken gözleriyle birine kitleniyor ve ona kur yapıyordu. Mimikleri, boyun hareketleri, o kıvraklığı, dilini çıkarması. O adam gitar çalmıyor, insanlara kur yapıyor. Seksi görünmek, dikkat çekmek gibi bir kaygısı yok. İçinden o anda ne geliyorsa düşünmeden hareket ediyor. İnsanın konserde yanlış notaya basacağım endişesi hiç mi olmaz, arada gitarının tellerine ya da perdelere bakmaz. Bu adam bakmıyor. Çünkü o gitar çalmıyor. Gitar zaten onun vücudunun bir parçası. O, sahnede karşısındakine kur yapıyor. O boynunu hareket ettiriyor, dilini çıkarıyor, sert bakışlar atıyor. Notalar da onun hareketine göre çıkıyor sanki. Ömrümde bu kadar seksi birini hiç görmemiştim. Gözlerimi ondan alamadım. Gözleri bana kitlendiğinde kalbim deli gibi atmaya başladı. Aşağıdaki performansta bu anlardan biri var ><

http://www.youtube.com/watch?v=qwqWjeMaRC4 
Daha önce kalbim hiç bu kadar hızlı çarpmamıştı. Bir ara dedim ki ciddi ciddi, sanırım ben kalp krizi geçiriyorum şu anda. Kalbim yerinden çıkacak. Bana bakıyor,  vücudunu hareket ettiriyor. Kalbim deli gibi çarpıyordu, ağzımdan fırlayacaktı nerdeyse! Onu böyle izleyen sadece bayan değil karşısında erkek bile olsa ona aşık olurdu. Ondan çok etkilenirdi. Onu gören birinin ondan etkilenmemesi mümkün değil! İnanılmaz bir enerjisi vardı. Etrafına ışık saçıyordu adeta. O çocuk parlıyor! Onu görüyorum, karşımdaydı. Gitarının telleri üzerinde gezen, perdeler arasında dolaşan parmaklarını izliyorum. Ve boynunu; muhteşem bir boynu vardı :) Sonra bir ara yüzüne baktığımda mimiklerinde, o sert bakışlarının, duruşunun altında yumuşacık gözlerini gördüm. Sanki birşeylerden ürkmüş, yalnız kalmaktan korkan bir bakış. Hani yağmur altında kalan kedi yavrusunda masum, ürkek bakış vardır ya; aynı bakışı Toru’da gördüm. İnanamadım. Narin bir adam vardı karşımda; ama bunu göstermek istemeyen bir adam. Çok savunmasız, kırılgan… Ne bakmaya ne dokunmaya kıyamazsın. O daha önce izlediğim Toru değildi. Ne güzel bir adam! Çok güzel biri vardı karşımda. Ona aşık oldum sanırım.


O da şarkıyı hissediyordu, o da Taka gibiydi. Şarkıyı çalmıyordu, müzik zaten Toru’ydu. Şarkıyı söyleyen dudakları değildi. Perdeler arasında dolanan parmakları insanlarla konuşuyordu. Arada şarkı söylüyor, ağzından kelimeler dökülüyordu. Ama hiçbiri gitarının tellerine vurması kadar anlam ve duygu yüklü değildi. Belki de o yüzden şarkılara çok fazla eşlik etmiyor. Onun ne söylediğini anlamak için gitar çalışına bakmak yeterli. Onun parmak hareketlerinden, gitarının teline vuruşundan bile onlarca anlam çıkarabilirsiniz. Konuşmasına gerek yok. İnsanın duyguları yüzüne yansır ya hani, bu adamda işler değişiyor. Onun kızgınlığını, mutluluğunu gitar tellerinde, onlara dokunuşlarında gördüm. Her şarkıda duygusu değişiyor. Bazen isyan ediyor, haykırıyor gitarına dokunuşuyla. Bazense gitar telleriyle kavga ediyor, parmaklarıyla gitarını dövüyor, bazense telleri okşuyor, yumuşacık.

Bunları yaparken gözleri sende, seyircide. Hiç gitarına bakmıyor. Nasıl bir adamsın sen, dedim. Nasıl bu kadar mükemmel olabilirsin? Herşeyi yazıya aktaramıyorum şu anda. Onun hakkında anlatılacak çok şey var ama sözcük bulamıyorum. Maalesef bulamıyorum. Toru’yu anlatacak kelime yok. Ne hissettiğimi anlayabilmesi için birinin, o adamın tam karşısında olmalı, onu canlı görmeli.


Bu arada Tomoya’yı görmeye çalışıyordum ve nasıl olduysa daha öne, 4. sıraya ilerlemişim. İnanılmaz zıpladım. Bacağıma kaç kere kramp girdi bilmiyorum ama yine de zıpladım ve kafa salladım. Sonra Taka’ya elimdeki pankartı kaldırdım, uzattım ve parmağımla sürekli “Turkey” yazısını işaret ettim. Beni gördü, parmağıyla beni gösterdi. İnanamadım. 


Aşağıdaki videoda 00:08. saniyede işaret ettiğini görebilirsiniz:


Bir anda arkamdaki kızlar beni tebrik etmeye başladı, bense şoktaydım, “Gördü pankartı değil mi?” diye inanamayarak etrafıma soruyordum. Gülerek, omzuma vurarak, “Evet, şanslı kız, süper” dediler. Pankartı sonrasında arkamdakiler de sahneyi rahat görsün diye ara ara kaldırdım. Ryota’ya, Toru’ya, herkese göstermeye çalıştım. Onlar gördü mü bilmiyorum ama bence gördüler. Pankartı göstermek için çok çaba harcadım. Taka pankartı tekrar gördü, bu sefer gözünü işaret etti sonra parmağıyla beni işaret etti! İlkinde inanamamıştım, bu sefer tamam dedim, gördüğüne inandım :) Ben de onu işaret ettim, ellerimi havada birleştirip teşekkür ettim. 

Şarkı bitti. Hepimiz isimlerini bağırıyorduk. Taka şaşırdı, elini ağzına götürdü. Ryota gülümsüyordu; Toru, Tomoya ellerini havaya kaldırmıştı, bize teşekkür ettiler. Şarkı söylemeye devam ettiler. Sonrasında konuşma yaptılar. Tomoya’nın sesi, neşesi muhteşemdi, ona bayılıyorum. Sonra Taka bir şarkıda yardımımıza ihtiyacı olduğunu söyledi. Toru ilk kez Amsterdam’dayız dedi, Ryota Hollandaca konuştu galiba, anlamadım çünkü. Bir sonraki şarkıdan sonra biz gene We ONE OK ROCK! diye bağırınca tüm üyeler de bizimle bağırdı, çok hoşuma gitti açıkçası. Konser sırasında hepsiyle göz göze geldim, hepsi çok etkileyiciydi, hepsi etkisi altına aldı beni, herkesi. Ağlamak istedim. Müzikleri beni başka bir boyuta götürdü, sanırım ölüyorum dedim bir ara.


Son şarkılarını söyleyip gittiler. Hepimiz ritimli alkış yapıp bağırdık. Tekrar sahneye gelip Wherever You Are’ı söylediler. Hepsine son kez baktım ve bağıra bağıra şarkıyı söyledim. Taka’yla tekrar göz göze geldik. Japonca kısımları da söylememize şaşırmıştı. Tomoya’ya baktım, son kez el salladım; ve Toru ve Ryota’ya da. Finalde el ele tutuşup önümüzde eğildiler. Sahneye hediyeler fırlatılmaya başlanmıştı. 


Burda anlatmaya tekrar ara vermeliyim. Çünkü sahneye atmak için ben de yanımda bir şey getirmiştim. Hava alanı kontrolünde yaşadığım aksiyonun sorumlusu olan şey. Toru için aldığımız şey. Bilek kısımları pembe peluşlu bir şaka KELEPÇESİ:

  
Herşey eski bir programlarının çevirisi geldiğinde başladı. Birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya döktükleri ya da birbirleri hakkında yalan söyleyerek zor durumda bırakıp eğlendikleri bir program. Konuşma yaklaşık olarak şöyle birşeydi.

Taka: Bir gece Toru’da kaldım. Yatağını bana verdi uyumam için. Ve yatağının altından kelepçe çıktı.

Toru: (Kıpkırmızı) Kapa çeneni! Programı annem izleyebilir!


O günden sonra Toru ve kelepçe geyiği ara ara aklımıza geldikçe eğleniyorduk. Sahneye atmak için hediye aradığımız son gün bir hediye dükkanında karşımıza kelepçe çıktı. Cage’le birbirimize baktık, konuşmamıza bile gerek yoktu, kelepçeyi hemen aldık. Üstüne Toru yazdık ve yanıma aldım. 



Herkes finalde artık bu turun bir geleneği gibi olan iç çamaşırları atıyor. Ben de cebimden kelepçeyi çıkardım ve Toru tarafına fırlattım. Fakat hızı ayarlayamadım ve gitti tam Tomoya’nın üstüne çarptı ve yere düştü. Ellerimi kaldırdım, özür diledim. Taka eline aldı, yukarı kaldırarak kahkaha attı. (Soldaki fotoğraf) Üstüne yazdığımız Toru yazısını görmüş olmalı ki Toru’nun yanına gitti. 

Taka kelepçeyi kaldırarak nasıl açılıyor der gibi baktı. Ben, "Yanda düğmesi var, ona bas!", "Anahtar da bende, gelip açayım!" diye bağırdım xD Tabi ki duymadı xD Sonunda açtı, Taka Toru’ya “Kıpırdama!” dedi, Toru’nun bileklerine taktı. Toru’nun yüzü şaşkın, çok utandı; Taka ve Tomoya’ysa kahkaha atıyordu, çok eğlendiler. 

Toru ellerini kaldırdı, önündekilere rock işareti yaptı. Eline penalarını aldı, kolunda hala kelepçe etrafındakilere pena atmaya başladı. Önce sol tarafa doğru, kim attı kelepçeyi gibisinden, “Sen mi? Sen mi?” diye gösterdi. O anda kelepçeyi benim attığımı gören etrafımdaki HERKES ellerini kaldırmış, parmaklarıyla beni işaret edip gülüyor, o attı diye xD 


Bizim tarafa geldi. Sen mi, diye soruyor herkese gene. Ben de “evet”, dedim; kafa salladım. Elimle işaretle de göstererek, anahtar bende, açayım mı, sahneye geleyim mi, dedim. Bana bakakaldı. 


Kamera kaydım:



Hadi gel, dese insanların üstünden atlayarak sahneye kendimi atacaktım. Ama çok sevmiş olmalı ki sahne arkasına da kelepçeyi çıkarmadan gitti en sonda. xD Çok eğlendim! xD

Baştan sona bu kısmı çekmiş izlemek isterseniz:  http://www.youtube.com/watch?v=p3sN11t3cBs&feature=youtu.be (cr. Dannielle Mark)

Güldüm, ben de pena istiyorum, diye işaret ettim. Bizim tarafa da pena atmaya başlamıştı. Öndekiler kaptı. Yan tarafıma da düştüğünü gördüm, eğilip elimi atar atmaz aramama gerek bile kalmadan pena elime geldi. Sevinçten etrafımdakilere gösteriyorum, bana “Lucky girl” diyorlar gene.


Tomoya da bagetlerini attı. Ama insanların kafasına gelmesin diye yavaş fırlattı ve önümdeki kızlar kaptı. Oysa onun bagetlerini çok istiyordum. Kapabilmek için öyle bir zıpladım ki... Biraz daha uzun olsaydım… Parmaklarımın ucundan sıyırdı. T.T 
Toru da terini sildiği havlusunu attı. 


cr. @Linhsan

Konser bitti. Ama hala onlara getirdiğim asıl hediyeyi ve Türk OORerları anlatan mektubu verememiştim. Düşündüm. Normal bir görevliye versem onlara ulaşmayabilirdi. Japon görevli aradım ve uzun saçlı bir Japon görevliyi durdurdum. 

Ben anlatırken arkadan gene Japon, zayıf, uzun boylu, şapkalı bir kadın geldi ve adamın elindekini sordu. Ben de kadına herşeyi anlattım. Türkiye’den 2 günlüğüne sadece bu konser için, onları izlemek için geldiğimi, hediyelerin ve mektubun onlara ulaşmasının önemli olduğunu söyledim ve vermesini rica ettim. Hangisine vermemi istersin, dedi. Farketmez dedim, yeter ki ellerine ulaşsın, bizim için çok önemli. Onlara ne söyleyeyim, dedi. Türkiye’de çok fazla hayranları olduğunu ve onları İstanbul’da da görmek istediğimizi söyledim. OOR’ı Türkiye’den tanımamıza çok şaşırdı. Nerden duydunuz, dedi. İnternet, youtube, dedim. Kutunun içini açtım, mektubu gösterdim. Bunu Türk OORerlar yazdı, tüm kalbimizle yazdık, lütfen iletir misiniz, dedim. 

"Bu arada siz kimsiniz", dedim. Bu turneyi düzenleyen kişilerden biriyim, dedi!!!! 

Biz konuşurken birçok defa yanına Japon çalışanlar geldi birşeyler sormak için ve konuşmamız bölündü. Ama her seferinde onları gönderip, bana dönüp, anlatmaya devam etmemi istedi. Çok kibardı. Hatta durmadan nerdeyse aynı şeyleri ("Lütfen gelin!" kısmı) tekrar etmeme rağmen çok ilgiliydi ve sorular sormaya devam etti. 

Konser hakkında da sorular sordu, nasıllardı, eğlendin mi, gibi. Türkiye’de de onları görmek istiyoruz, dedim. Ellerini tuttum. “Lütfen bir sonraki Avrupa turnesinde Türkiye-İstanbul’a gelin. Türkiye’de de ne kadar çok hayran olduğunu gelince de göreceksiniz, bize bu fırsatı verin” dedim. “Tamam” dedi, gülümsedi. “Söz mü?” dedim. “Şu anda kesin konuşmam mümkün değil. Ama söz” dedi. Sabırsızlıkla bekliyoruz, çok teşekkür ederim, dedim. Paket ve mektubun onlara ulaşacağı konusunda kendisine kesinlikle güvenebileceğimi söyledi.

Çıkışta belki çıkarlar, imza alırım, konuşma fırsatım olur diye 1 saate yakın teyzemle bekledik. Çok terliydim, hava çok soğuktu ama gene de bekledim. Ama onları göremedim. Eğer karşılaşsaydım, onlarla konuşma fırsatım olsaydı, amacım aslında imza veya fotoğraf da değildi. Kafamda öğrenmek ve onlara sormak istediğim çok şey vardı. 


Türkiye’ye döndükten sonra Ayşe’yle konuşurken grubun konser sonrası arka kapıdan gizlice çıktığını öğrendim. Arka kapıdan çıkıp, benim konuştuğum kadınla hemen sokağın sonundaki pizzacıya gitmişler. O pizzacı ben çıkışta beklerken teyzemin gidip bana sabahtan beri heyecandan bir şey yemediğim için pizza aldığı yer! Eğer ben de teyzemle gitseydim belki de onları görebilirdim! 

Konserin üstünden günler geçti ama hala sesleri kulaklarımda, yüzlerini görüyorum. Konser çok muhteşemdi. Kelimelerle tarifi yok. Belki de o yüzden yazıyı “bu kız ne saçmalıyor” diyerek okudunuz. Ama gerçekten bu kadarını hiç beklemiyordum. Bana çok fena ters köşe yaptılar.


Evdeyim. Bilgisayardan artık eskisi gibi konserlerini izleyemiyorum. Herşey artık çok farklı. Eskiden, onları canlı dinlemeden önce izlediğim hiçbirşey gerçek değilmiş gibi geliyor. Eskiden izlediğim aslında OOR değilmiş. Dinlerken hala sanki ordaymışım gibi kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyor. 


Düşündüğümden çok farklıydı. Hepinizin aynısını yaşamasını çok ama çok istiyorum!


Kalitesi çok iyi değil, ama izlemek isteyenler için konserden dğer videolarım burda:







Rock forever!!


Bu sitedeki tüm yazı ve çeviriler facebook.com/OneOkRockTurkey sayfasına aittir.

Hayran anlatımı sahibi: @oje012
Son fotoğraf cr. : @Ryeoluv
Yazan ve düzenleyen: Cage @ONEOKROCK_TR
*Fotoğraflar için Ayse Elz'e teşekkür ederiz ^_^